Geçenlerde 23 Nisan’dı malumunuz, sevinçli
çocuklarımızın uyku saati geldiğinde övünçlü büyükler camla kapattırdıkları
balkonlarında hazır ol duruşunda arz-ı endam eyleyip, katlanır camı açmış
olanlar “ya üst/alt komşu da camı açtıysa ve sesimin kötü olduğunu duyarasa”
endişesiyle İstiklal Marşını sadece dudaklarını oynatmak suretiyle söylediler. Biz
de evdeki dört kişi, balkon camına hohlaya hohlaya marşı fısıldıyorduk ki karşı
apartmandaki tüm katlarda yeni alınmış Barbie bebek misali cam balkonlarında
hazır olda duran komşularımız gözüme çarptı. Burada hazır olu kısa bir süre için kutsallığından
ayırıp birinin kolları yanında, yüzünde cipciddi bir ifadeyle sabit durması
olarak düşünürseniz sevinirim, keza törenlerdeki gibi bir arada olmadığımızda
gerçekten tabutta uyuyan vampir gibi gözüküyormuşuz. Gülsen olmaz, ama
gülünmeyecek gibi de değil; hatta sesi kapatırsan komik mi, ürkütücü mü
olduğunu bilemediğim bir manzara idi.
Neyse konu buraya nasıl geldi yahu? Ha,
evet çocuklar diyecektim. Zaten sokağa çıkması yasaklanmış garibim çocuk nüfusunun
yarısının uyku saati geldiğinde, bir sürü insanın balkonda camda kolları iki
yana sarkmış, yüzerinde olağanca ciddi ve vakur bir ifadeyle durmaları,
ardından kah İzmir Marşı, kah Gençlik Marşı ile şenlenmiş olmaları, hiç birinin
ve hiç birimizin ömrü hayatında görmemiş olduğu bir manzaraydı sanırım. Ve biz
yetişkinlere belki o kadar dokunmasa da bir çocuğun 23 Nisan’dan beklentisi bu
olmayacağına göre, tahminim o ki bu durum bir çoğunu şaşırtmış olmalıydı.
Şaşırttı mı peki gerçekten?
Bir iki gündür sosyal medyada, Pentagon’un
ikibinbilmemkaç yıllarında internete sızan UFO videolarının gerçek olduğunu doğruladığına
dair haberler dolaşıp duruyor. Uzaylı da olsa insan insan mıdır, yoksa
gerçekten uzaylılar “duvardan geçme özelliğine” (Meriç'e bu teorisi için buradan teşekkür ediyoruz.)
sahip olup ellerini yıkamadan,
maskesiz gezdikleri uzaydan evimize girer ve sosyal mesafeyi korumamak
suretiyle üzerimize hapşururlar mı bilemiyorum. Ama haberi ilk gördüğümde, çok
da şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Elbette ki şaşırmamamda, 2020 yılının henüz
ortasına bile gelmemişken insanlık olarak başımıza gelenlerin pişmiş tavuğun
başına gelmemiş olmasının da büyük bir payı var; ama tam bu şaşırmama halini
fark ettiğimde (mmh, nasıl da mindfulness) birdenbire pırıltılar ve çınlamalar
eşliğinde görüntü bulanıklaştı ve birkaç sene önce yaşadığım bir ana geri
döndüm.
Bugünlerde bir çok Ankaralının özlediği mekanlardan
biri olan Büklüm Sokak’taki Last Penny henüz açılmamıştı. Bu arada hazır olun,
yazının geri kalanında da bunun gibi saçlarımdaki beyazların hakkını vereceğim
nice cümleler yer alacak. Gerçi beş tane falanlar ama olsun. (Evet saydım, ayda
bir nüfus sayımı yapıyoruz hazır sokağa çıkma yasağı var.) Evet ne diyordum,
(sesi incelterek ve titreterek okunacak) aaah gençlikk, tabii o zamanlar Tunalı’a LP yok, biz de Bahçeli’dekini yeni keşfetmişiz, oraya gidiyoruz. Hatta
o kadar ki, Bahçeli LP’nin de küçük halini biliyoruz, o gün de ön tarafı
genişlettikleri tadilatın devam ettiği günlerden. Güzel kütüphaneyi bir
brandayla örtmüşler, akşam vakti normal hayatlarına devam ediyorlar. Saat 10’u
geçmiş, 11’e yaklaşmaya başlamış, biz de bütün dedikoduları bitirmiş, biraz
daha mayışmaya başlamışız. Tam emin olamasam da büyük ihtimalle yaklaşık bir 15
dakika öncesinde birisi dedikodunun daha uzayacağı gibi yanlış bir öngörüyle
bir ellilik (ya da pint) daha söylemiş olmalıydı. Bütün akşam boyunca yiyip
içtiklerimizden dolayı şişen midesiyle artık daha yavaş içebiliyor olduğu,
bizim de birasını bitirsin diye de kalkalım diye gözünün içine baktığımız
anlardan biri gibiydi. Masadaki bayram sessizliğini (ee nassınız? iyiyiz siz
nassınız? biz de iyiyiz? çocuk çocuk nasıllar? iyiler iyiler? “…” “…”) fark
eden bir adam masaya yaklaştı ve bizimle konuşmaya başladı, ardından da bize
bir sihir gösterisi yapacağını söyledi. Böyle anlatınca biraz ürkütücü
durduğunun farkındayım ama bu mekanın gerçekten masaları gezen kadrolu bir
sihirbazı var, konu öyle bir şey değil. Neyse efendim, biz de hazır sıkılmışız,
son dakika biracısını beklerken biraz eğlenceye hayır diyecek değildik ve sihir
gösterisini izlemeye başladık.
Gözlerimizin önünde nasıl olduğunu
anlayamadığımız bir şeyler oluyordu. Adam avucunu kapatıyor, açtığında içinden
kırmızı toplar çıkıyor, kapatıp bi daha açıyor, topların bir kısmı burun
deliklerinden düşüyor falan filan. Biz ise bön bön bakmaya ve “hımm aa evet şimdi toplar
burnundan düştü yani evet hıımm” gibi yorumsuz tepkilerle izlemeye devam
ediyorduk. Birkaç dakika sonra gösterisini başka bir masada sürdürmek üzere (e
haklı olarak) yanımızdan ayrıldığında, aramızda konuşmaya başladık, “yav biz de
hiç tepki vermedik ayıp oldu adama he” diye; ama yapacak bir şey yoktu,
numaralar ne kadar iyi olsa da şaşırtıcı gelmiyordu. Hangi sene olduğunu da
tabii ki hatırlamadığım için gündemimizde Kızılay’da bir oyun öncesi dürüm
gömerken birkaç yüz metre ötemizde patlayan bomba mı vardı, yoksa 15 Temmuz
gecesi tepemizden uçan jetler mi vardı bilemiyorum. Ama her ne olduysa hiç bir
şeye şaşırmayacak hale gelmiştik.
Velhasılıkelam, son günler öyle beklenmedik
olaylarla geçiyor ki, uzaylıların Dünya’ya gelip, “Merhaba biz geldik, bu arada
bu da Korona aşısı ama bunu yapmamız için bizim kölemiz olmanız ve yer çekimsiz
ortamda Death Star inşaatında çalışmanız gerekiyor” deseler, şaşırmayacağız.
Bir yandan bu şaşıramama halinin, soda içmek falan gibi, büyüdüğümü ve artık
çocuk olmadığımı gösteren bir şey olup olamayacağından da şüphelenmiyor
değilim; ama çocuklar da bu olan bitene şaşırıyorlar mı onu da bilmiyorum. Tabii
hem çocuk olmanın hem de 23 Nisan’ın anlamının eskiye göre değişmiş olması; ya da şimdiki çocukların düşünce
yapısının da bütün bu olaylar çerçevesinde şekillenmiş olması gibi parametreler
de tabii ki söz konusu (social constructionism overload), bilemiyorum. Ama
bilsem de sonuca şaşırmayacağım için bilmeme gerek var mııı ondan da emin
değilim. Ehe. Hadi ben bi yangın söndürücü bulup beynime sıkayım, belki yakın
zamanda yeni bir yazıyla geri dönerim. Belki eski bir hikayenin ikinci bölümü
gelir bakarsınız…