Size bildiğim en güzel aşk hikayesini anlatayım mı?

"Büyük insanlar bıraktıkları eserlerde metholunurlar. Hatıra denilen her şey hakikatten hatıra diye saklanmalıdır. O bugünün bir zevk ve eğlencesi olarak bırakılmamalıdır. Asırlar üzerinden geçtikçe kıymeti çoğalmalı ve takdir edilmelidir."  (Dedem Selman Arslan'ın Diyarbakır'da askerliği sırasında tuttuğu Muhabere Notları'ndan, 1946) 

Bir zamanlar, Anadolu'nun küçük bir dağ köyünde esmer bir delikanlı, pamuk gibi beyaz bir kıza aşık olmuş. Aileleri birbirini pek sevmese de delikanlı, kızın abisiyle iyi anlaşırmış. Genç adam, zamanla abiye kendini iyice sevdirip kızla evlenmek için sözü kapmış ve uzak bir diyarda askerliğini yapmak için yollara koyulmuş. O, savaş zamanı, tam üç sene memleketinden ayrı dururken, hanım kız da büyümüş, evlilik yaşına gelmiş. Eh, masallardaki gibi mutlu olmak için illa ki zehirli elmalar yenecek, kurbağalar öpülecek değil ya, delikanlı sağ salim köyüne dönmüş, nişanlanmışlar. Birkaç sene de şehirde çalışıp cebini doldurduktan sonra evlenmişler. Genç adam, hanımına kavuşmak için yıllarca beklemiş ama, beklediğine de değmiş doğrusu. Ömrü boyunca, geç evlendi diye kendisine takılanlara hep "ama köyün en güzel kızını ben aldım" dermiş.

Yıllar geçerken, birlikte büyümeye devam etmişler. Üç tane güzel çocukları olmuş, ikisi kız, biri oğlan. Günü gelmiş, çocukları okusun diye dağları tepeleri aşmışlar; köylerini, lisanlarını geride bırakıp büyük bir şehre yerleşmişler. Uğraşmış, çabalamış mutlu bir düzen kurmuşlar ailelerine. Adam, yıllarca çalışmış hanımı ve çocukları için; kadın büyütmüş çocukları ve en güzel yemekleri pişirmiş onlara. Yuvalarında neşeleri, eğlenceleri, gelen gidenleri ve de sevenleri eksik olmazmış. Birlikte eğlenmiş, gezmiş tozmuş, gülmüş, ağlamışlar. 

Zaman geçmiş, çocuklar büyümüş, saçlarına aklar düşmeye başlamış tatlı çiftin. Çocukları evlenmiş, torunları gelmiş evlerine, onları da büyütmüş, onlarla da gülmüş eğlenmişler. Yaşlandıkça, adam kadının gözünün içine bakmış hep, hani hastalıkta sağlıkta derler ya, hanımı ne zaman hastanıverse yüreği dağlanmış, gözyaşları sel olmuş. Diz dize oturmaya öyle alışmışlar ki, bir an olsun yanından ayrılmasını istemez olmuş pamuk hanımın. 

Günlerden bir gün, adam çok hastalanmış, yataklara düşmüş. İyileşemeyince de mecburen hastaneye yatmış, ayrı düşmüşler. Ağrılar içinde yatarken bile hep hanımını özlemiş adam. Günler, haftalar geçmiş, takvim değişmiş, Şubat'ın on dördü gelmiş. Sevgililer gününü bulanıklaşan hafızalarında artık tutamazlarmış elbet ama, evlendiklerinden tam yetmiş sene sonra, belki de ilk kez sevgililer gününde ayrı düşmüşler...
Adamın kalbi duruvermiş....





Hanımın emin ellerde, gittiğin yerde huzurla kal. Çocukların, torunların ve tüm diğer sevenlerin, Sivas'ın türküleri, Diyarbakır'ın telgrafları, Bursa'nın yolları, ODTÜ'nün ağaçları, Esat'ın sokakları, Bodrum'un denizi ve çiçekleri, okey taşları, iskambil kartları, bulmaca kareleri ve Elif'in kekleri seni unutmayacak.