Biz uyurken ruhlarımız
ne yapar? Rüyalarımızı onlar mı izler, yoksa onlar oynatır da gözlerimiz mi izler? Belki
de küçük bir gezintiye çıkarlar başka dünyalarda ve orada gördükleridir rüya
sandıklarımız…
Arabella başını
yastığa koyar koymaz uyandı Köpek.
Yağmurlu bir
gecede, ıssız, dar bir sokaktaki çöplüğün yanındaydı. Yerler ıpıslaktı, tüyleri
birbirine yapışmıştı ve soğuk hava, birbirine yapışmış tüylerinin arasından
nemli bedenine çarptıkça titriyordu. Açtı, haftalardır Şehir’in sokaklarında,
çöplerde yemek aramış, insanlara yalvaran gözlerle bakmıştı bir parça yemek
için. Ama insanlardan tiksinti dolu bakışlar, hakaretler, kovalamalar, kaçışlar
hatta kimi zaman tekmelerden başka bir cevap alamamıştı. Geldiği yere geri
dönmek istiyordu Köpek.
Sokağı çevreleyen
apartmanlardan birinin ikinci katında ışıklar yanıyordu, pencere açıktı. Beyaz
florasanın aydınlattığı tül perde, rüzgarda dışarı doğru uçuşuyor, geceye
hükmeden bir hayalet gibi dalgalanıyordu. Köpek başını kaldırıp hayalete doğru
bağırdı, bağırdı. Birkaç dakika sonra üzerinde röpdöşambrı, gözlerinde uykuyla
bir adam hayaletin gerisinden belirdi: “Ulan bi uyutmadın ha ağzına sıçtığımın
köpeği!” Bir sürahi suyu, ardından da bardağı Köpek’in üzerine fırlattı.
Sinirlenmişti Köpek, bağırmaya devam etti. “Şimdi geliyorum itoğlu it.” dedi
adam. Köpek bağırmaya devam etti.
Önce uyku sersemi,
düzensiz adımlarının sesi duyuldu, sonra apartmanın kapısının buzlu camından
ışığın yandığı, ve bir silüetin yaklaştığı görüldü. Gerçekten geliyordu. Sustu
Köpek. Adam kapıyı açtığında Köpek tekrar bağırmak üzere soğuk havadan bir
nefes daha çekmişti ki adamın elindeki sopayı fark etti. Nefes boğazında
takıldı kaldı. Adam “şimdi sıçtım ağzına” deyip sopayı hava kaldırırken Köpek
geriyle doğru sendeleyerek birkaç adım attı; ancak dar sokak onun gerisingeri
kaçmasına izin vermemişti. Adam gitgide kendine yaklaştığında o, karşı apartmanın
soğuk duvarına toslamıştı. Umutsuzca etrafına bakınıp sığınacak bir delik
aradı, kaçacak yeri olmadığını anlamasına rağmen bir ümitle duvar boyunca
yürümeye çalıştı, ancak adam çoktan onu köşeye sıkıştırmıştı bile. Adama
saldırmayı akıl ettiğinde ise çoktan sopayı sırtında hissetmişti bile.
Korkmuştu, hiç
olmadığı kadar korkmuştu. Şehir’e geldi geleli hayatında hiç yaşamadığı
korkuları yaşamıştı ama bu seferki en kötüsü olmalıydı. Sırtına aldığı birkaç
darbeden sonra zaten aç ve yorgun olan bedeni iyice güçsüzleşmişti. Yine de
sıkıştığı köşeden kaçmaya çalışıyordu; ama adamın soğuktan ve öfkeden uykusu
hayli açılmıştı ve Köpek’in kaçmasına izin vermiyordu. Hatta onun kaçmaya
çalıştığını fark edince daha da çok sinirlendi ve sol ön ayağına güçlü bir
darbe indirdi. İyice güçsüzleşen Köpek bu acıya dayanamayarak, kısa bir
iniltiyle yere yığıldı. Onun bu düşüşü adamın gözünü doyurmuş olmalıydı ki son
birkaç hakaret daha savurup döndü arkasını ve gitti.
Sağlam bacağının
üzerine doğru yatıp kırık olana baktı. Kısa kısa inliyordu, bağırmaya ne gücü
kalmıştı ne de o kadar dayaktan sonra cesareti. Ne demeye Kasaba’daki
arkadaşlarının sözünü dinlememiş de kalkıp buralara kadar gelmişti ki… Buradaki
hayat hiç de hayal ettiği gibi çıkmamıştı. Kasaba’daki diğer köpeklerden biraz
farklıydı Köpek, maceraperestti mesela, insanların dilinden de daha iyi
anlardı, hatta insanca rüyalar görürdü kimi zaman. Kasaba’nın ötesindeki
dünyayı görürdü mesela, büyük şehirleri, o cıvıl cıvıl hayatı düşler dururdu.
Bu yüzden Kasaba’sını sevse de bu dünyayı görmeye karar vermişti ve arkadaşları
ne kadar çabaladıysa da onu ikna edememişlerdi. Hoş zaten bu inatçı, cengaver
arkadaşlarını ikna edemeyeceklerini de biliyorlardı başından beri. Ama işte
keşke edebilmiş olsalardı diye düşündü Köpek. Büyük ışıklı panoları, arabaları,
neşeli ve şık kalabalığı görmek için onca yolu tepmişti, ama bu ‘insanca’
hengame onu hiç de rüyalarındaki neşeyle karşılamamıştı. Bütün bu olanlar
aklına geldikçe ağlıyor, ağladıkça daha da güçsüzleşiyordu ve sonunda bu kadar
yorgunluğa ve acıya dayanamayıp bayıldı.
-
Kan ter içinde
uyandı Arabella. Sürekli aynı kabusu görmekten bıkmıştı artık. Hiçbir anlam
veremiyordu bu kabuslara, her şey rayında giderken nereden çıkmıştı bunlar?
Neşeli bir kadındı, her zaman öyle olmuştu. Cıvıl cıvıl konuşması, kahkahası
bir de piyanonun başına oturdu mu herkesi büyüleyişiyle tanırdı Kasaba’lılar
onu. Ne dillere destan bir güzelliği, ne serveti, ne de dedikoduculara malzeme
verecek olaylı bir hayatı vardı; kendi başına, alçakgönüllü bir hayat sürerdi. Kasaba’yı
da oldukça severdi; Şehir’de okumuş olsa da Kasaba’daki çoğu diğer genç kadın
gibi şehir hayatına özenmezdi. Ancak hala Şehir’deki arkadaşlarıyla görüşür,
zaman zaman onları ziyarete gider, hatta hoşuna gidebilecek etkinlikleri
kaçırmamak için Şehir’de ne olup bittiğini de takip ederdi kendince.
Ama son
zamanlarda kaynağını bilmediği bir mutsuzluk ele geçirmişti Arabella’yı. Geceleri
kabuslar görüyor, bu yüzden de uyumak istemiyordu. Uyumadıkça yorgun düşüyor,
bu da onu kendisi yapan neşesini söndürüyordu yavaş yavaş. Gerekmedikçe evinden
çıkmaz, gerekmedikçe piyanosunu çalmaz olmuştu. Çaldığında da duyan kimse çalanın
Arabella olduğunu şıp diye anlayamıyordu eskisi gibi. Hele Şehir’e hiç gidesi
gelmiyordu artık; bütün gün bahçesindeki salıncakta oturup gökyüzünü
seyrediyordu.
Neyse ki bunun
böyle sürmesine izin verecek biri değildi. O gece yine kan ter içinde uyandıktan
sonra bu soruna artık bir çözüm bulması gerektiğine karar vermişti. Telaşla
evin içinde dolanıp durdu, düşündü, sabahı bekledi. Gün ışımaya başladığında o
da hazırlanıp dışarı attı kendini. Kasaba’nın sokaklarında biraz dolaştı,
diğerlerinin uyanmasını bekledi. Ortalık biraz hareketlenmeye başladığında ise
soluğu Kasaba’nın yaşlı bilgesi Nana’nın yanında aldı. Son zamanlarda Arabella’nın
keyifsizliği kulağına çalındığından olsa gerek, onu gördüğüne şaşırmamıştı
Nana. Arabella bütün bu olanları, bütün kabuslarını bir bir anlattı Nana’ya. Konuşmasını
bitirdiğinde Nana düşünceliydi. Arabella’ya, bu kabusları önlemede kendisinin bir
yardımı olamayacağını söyledi. Elinden ancak daha çabuk uykuya dalmasını ya da
uykusuz daha uzun süre dayanmasını sağlayacak kocakarı ilaçları yapmak gelirdi.
Yine de, bir ihtimal ona yardımcı olabilecek bir ismi de bir kağıda yazıp kapıdan
çıkarken eline tutuşturdu Arabella’nın.
Eve gidip de
kağıdı açtığında gözlerine inanamadı Arabella. Bu yazan, hani şu Komşukasaba’da
yaşayan, civardaki köylerde ne kadar deli, ne kadar bunamış insan varsa
götürdükleri doktor değil miydi? Demek sırf eskisi kadar sık sokağa çıkmıyor,
eskisi kadar sık kahkaha atmıyor diye kasabanın bilgesi bile onu deli olarak
görüyordu öyle mi? Ağlamaya başlamıştı; Nana bile böyle düşünüyorsa kim bilir
diğerlerinin aklından neler geçiyordu! Böyle bir durumda başka kime gidebilir,
kime danışabilirdi ki? Bütün gün aynı şeyleri düşündü durdu, bir çıkış yolu
aradı. Düşündükçe ağladı, ağladıkça yorgun düştü, ama uyumak da istemiyordu
işte. Yoruldukça, dinlenemedikçe, uyuyamadıkça; yavaş yavaş Nana’nın sunduğu
öneriye teslim oldu. Öylece sızıp kaldı bir köşede.
Ertesi gün yine
sabahın erken saatinde bir kabusla uyandı Arabella. Bir önceki gün gibi, o gün
de erkenden kendini sokağa attı; bu kez yolu biraz daha uzundu. Hemen bir
arabacı bulup Komşukasaba’ya gitmek istediğini söyledi ve yola çıktılar.
Normalde pek konuşkan biri olan arabacı, Arabella’nın durumunu bildiğinden
Komşukasaba’ya neden gitmek istediğini sezinlemişti ve bu sefer fazla konuşup
keyfini kaçırmak istememişti. Yine de vardıklarında Arabella, hem arabacı
Doktor’a gittiğini anlamasın, hem de
kendisi endişesini biraz bastırabilsin diye gideceği yerden uzakta inmiş, kalan
yolu da yürümüştü.
Doktor’un
kapısına geldiğinde duraksadı; ama başka bir seçeneği kalmamıştı. Derin bir
nefes alıp kapıyı çaldı ve içerideydi. Doktor’un nazik hizmetçisi onu beklemesi
için salona götürdü. Uzun, endişeli ve her an kaçıp eve dönmeyi düşündüğü bir
bekleyişin ardından Doktor salona Arabella’nın yanına geldi. Hayır, hiç de
hayal ettiği gibi birine benzemiyordu Doktor, hizmetçisi gibi kendisi de
oldukça nazikti. Akla sığmayan, vahşice yöntemlerle, hastalarını adeta işkence
ederek iyileştiren kaba saba birini beklerken son derece anlayışlı, ilerlemiş
yaşına rağmen gözleri parıldayan biriyle karşılaşmıştı. Doktor’un bu hali
rahatlattı Arabella’yı ve derdini bu kez de ona anlatıverdi bir çırpıda. Tıpkı
Nana gibi Doktor da düşüncelere dalmıştı onu dinlerken; ancak umutsuz bir
düşüncelilik değildi bu seferki; daha ziyade unuttuğu bir şeyi aklına getirmeye
çalışır gibiydi.
Arabella “Hayatımda
her şey yolundayken neden bu kabusları gördüğümü çözemiyorum işte” deyip
konuşmasını bitirdi ve umutsuzca başını öne eğdi. Bu son cümlesi gülümsetmişti
Doktor’u. “Madem hayatında hiçbir sorun yok, o halde sorunu rüyalarında
aramamız gerek” dedi. Önceki gün ne kadar ağlayıp üzülmüş olsa da işte doğru
yerdeydi! Doktor’un ünü de, Arabella’nın onu görünce rahatlaması da boşuna
değildi. Alışılageldiği üzere hastalarını işkenceli geleneksel yöntemlerle değil,
yeni gelişen terapi yöntemlerine göre tedavi ederdi. Bütün hastalarda başarılı
olamasa da Arabella’nınki gibi hafif durumlarda kendine güveni tamdı. Kadının
yarım yamalak hatırladığı kabusları daha yakından görebilmek için hipnozla
rüyalarını bir bir ziyaret etmeye karar verdi.
Son gördüğü kabustan
başladı Doktor. Arabella soğuk ve yağmurlu bir gecede, Şehir’de tek başına
dolaşıyordu. Sonra dar bir sokakta bir adam yanına geliyor ve var gücüyle
dövmeye başlıyordu onu. Geriye gittikçe Arabella’yı rüyalarında hep Şehir’de
yalnız, korkmuş ve bitkin buluyordu. Kimi zaman insanlar ondan kaçıyordu, kimi
zaman kovalıyorlardı onu, çoğu zaman ona tiksinerek bakıyorlardı ve her zaman
açtı, mutsuzdu. Bu rüyalar böyle birbirinin neredeyse aynısı olarak devam edip
gittiğinden, Doktor Arabella’nın daha eski rüyalarını araştırmaya karar verdi.
Arabella’nın
rüyalarında bir süre kaybolduktan sonra aradığı rüyayı bulmuştu Doktor. Belki
de en güzel rüyasını uyandığı zaman unutup gitmişti ve bütün bu sıkıntının
sebebi bu rüyada gizliydi. Birkaç sene öncesinde, Arabella’nın ruhu, o uyurken
Kasaba’da gezinmeye ve ona çok sevdiği kasabasından güzel bir rüya izlettirmeye
karar vermişti. En sevdiği yerlerde dolanıyor, en güzel anılarından parçaları
birleştiriyordu hayalinde. Sonra çalıların arasında bir köpeğin iniltisini
duydu. Güzel, dişi bir köpek, beş tane yavru doğurmuştu! Sabah uyandığında bu
tatlılıkları hatırlamak umuduyla eğilip bakarken, yavrulardan birinin nefessiz
kaldığını gördü Arabella. Hiçbir şey yapamamıştı, yavrunun ruhu gözlerinin
önünde bedeninden ayrılıp havaya karışmış, yok olmuştu. Uzanıp hala sıcak olan
gövdesine dokundu usulca ve ruhunun bir parçasını Köpek’e bıraktı.
Uyandıktan sonra
bu harika rüyayı hatırlamayacaktı ve ne yazık ki aynı ruhu paylaşan bu iki
varlık birbirlerinden adamakıllı haberdar da olamayacaktı, çünkü biri uyanıkken
diğeri uyuyordu ve uyuyan, uyanık olanın yaptıklarını rüyasında görüyordu. Köpek
bu yüzden bu kadar insanca yaşamaya merak salmıştı, bu yüzden Kasaba’nın
ötesini rüyalarında görmüş, merak etmişti. Bu yüzden o yolculuğa çıkmış, bu
yüzden mutsuz olmuş ve Arabella’yla paylaştığı ruhu yaralamıştı.
Arabella uyanınca
Doktor öğrendiklerini anlattı ona. Şaka gibiydi, biliyordu, eskiden olsa
kahkahayı patlatır, bir güzel şakalaşırdı Doktor’la. Ama hayır oldukça
inandırıcıydı, çünkü Dokor ona duyduklarını anlattıkça o da bunları yaşadığını
bir bir hatırlıyordu. Çözüm ortadaydı, Şehir’e gidip Köpek’i bulmalı ve onu
Kasaba’ya geri getirmeliydi.
-
Aynı çöplüğün
yanında günlerdir bitkin bir halde yatan Köpek, derin uykusundan uyandı
yavaşça. Rüyasını hatırlayamasa da Arabella’nın çözümü bulup umutlanması Köpek’i
de umutlandırmıştı. İçindeki bu anlam vermediği sevinçle, çöp poşetlerine doğru
sendeleyerek ilerledi ve yiyecek bir şeyler aramaya başladı. Birkaç yemek
artığı, oo işte yarısı yenmiş salamlı bir sandviç. Evet evet, şanslı gününde
olmalıydı bugün Köpek. Sakat ayağıyla Şehir’in ortasında kalakalmış, evine
dönemiyorken, yarısı yenmiş salamlı sandviç bulmaktan başka iyi bir şey gelecek
değildi ya başına!
Karnını biraz
olsun doyurduktan sonra zar zor yürümeye başladı. Bir an önce bu uğursuz sokaktan
kurtulmak istiyordu. Sessizce yürüyüp geçti kendisini döven adamın yaşadığı
binanın önünden ve başka sokaklara daldı. Bu gece ortalık her zamankinden daha
sessiz ve ıssızdı. Mademki şanslı günümdeyim, kalabalık bir yerlere gitmeye
değer diye düşündü ve meydana doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Meydanda da
çok fazla insan kalmamıştı, kalanlar da yavaş yavaş evlerine dağılıyorlardı. Bankların
diplerine attıkları yemekleri aramaya başladı, insanlara fazla gözükmeden
karanlık yerlerden geçerek biraz dolaştı, ardından bir kenarda uzanıp uykuya
daldı.
-
Köpek başını kaldırım
taşına koyar koymaz uyandı Arabella.
Yeni rüyasının
tüm ayrıntılarını hatırlayabilmek için Doktor’un yanına gitti erkenden. Köpek’in
nerede olduğunu, neler yaptığını hatırladı bir bir. Sonra kendisi bir daha
uykuya dalmadan, Köpek de yeni bir geceye uyanmadan onu bulmak için Şehir’e
doğru yola koyuldu. Vardığında koşa koşa meydana gitti ve Doktor’un tam da
kendisine anlattığı yerde yatan yaralı, zayıflıktan kemikleri sayılan bir köpek
gördü. Çantasındaki battaniyeyi çıkarıp usulca sardı köpeği, uyandırmamaya
dikkat ederek kucağına aldı ve Kasaba’ya doğru yola koyuldu.
Akşam olup da
uyandığında bütün olan biteni hatırlıyordu Köpek. Rüyasında Kasaba’dan yola
çıkmış, Şehir’e gelip kendisini kurtarmıştı. Ve bu bir rüyadan ibaret de
değildi, gerçekten Kasaba’daydı, Arabella’nın sıcak evinde, yaraları sarılmış
ve önünde bir kap yemek ile. Gözlerini burada açmasıyla iki gün önce rüyasında
gördüğü Doktor ile konuşmalarını hatırladı Köpek. Olan biteni o da anlamıştı
artık.
Köpek iyileştikçe
Arabella da iyileşti. Gündüzleri Köpek Arabella’nın piyanosunun sesiyle uyudu,
geceleri Arabella’yı Kasaba’da gezintilere çıkardı Köpek. Birbirlerinin
gözlerinin içine bakamadılarsa da birbirleri için güzel rüyalar yaşadılar.
Öykünün dili ile ilgili ufak tefek teknik hatalar göze çarpsa da öykünün bütünü çok başarılı. Özellikle kurgu başarısı ve akıcılık üst düzeyde. Kaleminize sağlık. Yeni öyküleri sabırsızlıkla bekliyoruz.
YanıtlaSil