cuenca

Korkarım fotoğraf makinemin yön duygusu ile ilgili bir problemi var... Bilgisayarda düzgün gözüken resimler internete aktarınca yamuluyor ve makinede de resimlere bakarken başı dönüyor. "Niye düzeltmedin resimleri" demeyin... Fakat çözümü bilen varsa açtım kulaklarımı!


















aç karnına okumayın

Şu son bir haftadır deliler gibi uğraştığım projelerimin, çizimlerimin selamı var herkese! Kalkıp teee İspanyalara kadar gelince bile Autocad ile başbaşa romantik geceler kaçınılmaz oluyor, yine mimarlık tarihi anlatmaya Mısır'dan başlıyorlar, yine σ=P/A falan... Hatta dersler vs bir kenara, televizyon programları bile aynı. Çarkıfelek, evlenme programı, paraları doğru cevabın üzerine koymaca falan hepsi var aynen burada da... Hatta evlenme programının "Adamlar ve Kadınlar" gibi her gördüğümde gülmeme sebebiyet verecek bir de ismi var.. Ev halkı olarak öncelikli tercihimiz ise yemek programları; zira her gün farklı bir tortilla çeşidi yaptıklarından anlamamız gün geçtikçe kolaylaşıyor.. Yumurta ve patates kelimlerini bilmek yeterli oluyor..
Yemek demişkeen, şu meşhur yemek davetimden biraz detaylı ve fotoğraflı olarak bahsetmek istiyorum. Meksika yemeklerine olan ilgimi ve sevgimi zaten bilenler biliyordur. Burada da geçen dönem bir sürü Meksikalı arkadaş edinme imkanım oldu. Hatta dönem ortasında bir ara Meksika yemeği günü de düzenlediler; fakat Türkler olarak buradaki nüfusumuz az olduğundan o kadar kişiye yemek pişirme girişiminde bulunmaya cesaret edememiştik. Yine de anladığım kadarıyla Meksika'da da çoğu ülkede olduğu gibi kebapa yoğun bir ilgi ve sevgi söz konusu, bu sebeple onlar da Türk yemeklerine sıcak bakıyorlar. Her neyse, şu son iki üç haftadır, bir dönem için burada bulunun arkadaşlarımın çoğu ülkelerine geri döndüler. Son olarak Meksikalı yakın arkadaşlarımdan gitmesine birkaç gün kala kendisini, o esnada evinde kalmakta olduğu bir diğer arkadaşımla beraber yemeğe davet etmeye karar verdim. Tabi akabinde başladı amaaaan ne pişirecem beeeeenn soruları... "Malzeme" "becerilebilite" ve " teknik imkanlar" (mesela evde fırın yok) kümelerinin kesişimindeki yemekleri bulmak gerekliydi. Uzun tartışmlar, günlerce düşünmelerin ardından, yoğurtlu çorba, bulgur pilavı, taze fasulye, çoban salata ve un helvası olarak menü belirlendi. Ha tabi ki şanslı olduğum konuyu belirtmeden geçmeyeyim; daha önceden bu yemekleri tatmadıklarından kıyaslama yapmaları, tam olmamış demeleri söz konusu değildi. Bu açıdan ilk "büyük yemek" imi dünyanın öbür ucunda yaşayan insanlara yapmak güzel bir deneyim oldu diyebilirm. Sonuçlar ise şöyle oldu; zaten yoğurdu tatlı olarak tükettiklerinden kendisine karşı bir önyargıları olduğunu biliyor ve çorbadan biraz korkuyorudm. Bir de tuz atmayı unutup kıvamı da tutturamayınca sanırsam ki pek sevilmedi.. Neyse ki diğer yemekler yeterince başarılı olduğundan durumu kurtarabildim. Meksikalıların yorumu, Türk yemeklerinin Meksika yemeklerine çok benzediği, ve kendi yemeklerine hasretliklerini giderdiği oldu. Avusturyalı arkadaşım ise en zayıfımız olmasına rağmen ikinci tabağı alan tek kişiydi fakat yine de bizim löpür löpür yediğimiz yemeklere "acı" oldukları şeklinde asılsız iddialarda bulundu :D

Evet bu kadar yemek muhabbetinden sonra başka bir konuya geçmek isterdim amaaa son olarak yeni tattığım bir lezzetten de bahsetmek istiyorum. İngiliz ev arkadaşımın ailesi onu ziyarete geldi ve İngiltereye özgü bir tatlı getirmişler: flapjacks. Müsli bar gibi, fakat aynı zamanda karamelimsi ya da şerbetimsi bir tadı var. Zira malzemeler bulunabilirse denemeye değer bence. (Food travalers wife, bunu sana anlattım!)

Ehöm, tamam blog yemek bloguna dönüşmeden alakasız bir konu ile devam ediyorum: Te cetveli. Şimdi ben burada kolay olsun diye birinci sınıftan çizim dersleri falan aldım. Gelin görün ki burada insanlar te cetveli kullanmıyorlar. Hatta bir çoğu ne olduğunu bile bilmiyor. Koca bir günümü buna ayırıp te cetveli aradım, girmediğim kırtasiye, kitapçı, bimilyoncu, züccaciye, yapı malzemesici, hobi dükkanı kalmadı.. Yok... Olmadığı gibi insanlara tarif edip sorduğumda enteresan yüz ifadeleriyle karşılaşıyorum... Ama ispanyollar ki gündüz vakti 3 saat öğle tatili yapacak kadar tembel insanlar, nasıl oluyor da te cetveli gibi bir kolaylığı kullanmıyorlar.. Acaba ticaretini falan mı yapmaya üşeniyorlar... Hadi tamam kullanmadınız, varlığından nası haberdar olmazsınız? En alakasız insanın bile bildiği bir şeydir, te cetveli! Bir de asıl merak ettiğim konu, İspanya'da te cetveli kullanılmamasına kim karar vermiş acaba? Gerçekten çok merak ediyorum... Yine aklıma geldi sinirlendim... 
Evet...

ve dönem başlar...

Süper yorucu bir haftanın ardından yeni evime yerleşebildim! Malumunuz, taşınmak, yerleşmek zor işler.. Hele ki bir de nakliyat şirketi olarak bizzat kendinizi, araç olaraksa ayakkabılarınızı kullanıyorsanız... Her neyse, altı günün ardından eve alışmış, bütün eşyalarıma yer bulmuş, hatta bazılarının yerini çoktan unutmuş bulunmaktayım. (Buradan aileme selamlarımı yolluyorum çünkü muhtemelen güldüler buna.) Biraz evden söz edeyim, şu ana kadarki tek sıkıntım, daha sıcak olur diye küçük odayı tutarken odanın kuzeye baktığını göz ardı etmiş olmam ve rüzgar estikçe estikçe odamın evin diğer bölümlerine nazaran biraz soğukçana olması. Evde beş kişi kalıyoruz, benle beraber iki italyan, bir polonyalı bir de ingiliz olmak üzere bir Temel fıkrası yapıyor. Hepsi benim gibi Erasmus öğrencileri, hepsi de şu ana kadar normal insanlar, bir aykırıklarını görmedim. Bir dönem boyunca, çalışan, garip insanlarla yaşadıktan sonra evde sohbet edebileceğin birilerinin olması hayli güzel bir şey... Ayrıca evde Tarzanca İspanyolcası konuştuğumuzu belirtmeden de geçemeyeceğim.. 
"Bir bavul eşya taşıdın altı üstü ne abartıyorsun?" sorusuna gelecek olursaaaak... Okulumun başladığı gün aynı zamanda taşınacağım gündü. Burası küçük bir yer olduğundan, evi de şehir merkezinde tuttuğumdan, ev - eski ev - okul arasında herhangi bir araç bulunmamakta. Ayrıca ne kadar THY nin 23 kilogram sınırlaması ölçütünde eşya getirmiş olsam da burdan aldığım yorgan, tabak, çanak gibi çeyizsel nesnelerle yüküm bir hayli arttı. Pazartesi sabah dersim saat 11 de başlayacaktı. Anahtarı pazartesi almam, diğer evin anahtarını da salı akşam teslim etmem gerekiyordu. Sabah 9.30 da yeni eve gidip anahtarı aldım. Sonra derse gittim. Dersten çıktım. Eski eve gittim. Bi bavul yaptım, yeni eve götürdüm. Boş bavulu eski eve bırakıp tekrar derse gittim. Dersten çıkıp İspanyolca kursuma gittim. Kurstan çıkıp eski eve gittim. Eski evde tekrar bir valiz yapıp yeni eve taşıdım... Bu döngü ertesi gün de bu şekilde devam etti. Hatta ertesi gün valize koymalık bir şey kalmadığından poşetlerle ve kutularla taşıdım. Hoş, iki ev arası 10-15 dakikalık yürüme mesafesi fakat yine de 10 dakika o yükü taşıdıktan sonra 2 gün falan kollarımı pek hareket ettiremedim. Neyse, bir de okul açıldığından uyku sürem de kısalmıştı ve bunca yorgunluğu dindirmeye yeterli olmamıştı birkaç gün boyunca.. En son çarşamba akşamı okuldan eve o kadar zor yürüdüm ki... Neyse ki hafta sonu  geldi sonunda ve iki gün boyunca bunların acısını çıkartırcasına uyudum.. 
Biraz da havalardan yakınayım. Biliyorum, Türkiye'de adam boyunda kar var -12 derece falan fişman. Ama beni de siz biliyorsunuz. İspanyaya gelmeyi tercih etmiş olmamın en önemli etkenlerinden biri de hava sıcaklığıydı. E ben burada da üşüyorsam daha nereye gideyim... Henüz kar yağdığı yok; fakat yağmur yağdığını da bir kere gördüm. Sonuç: toz. -12 derece olmasa da Norveçli balıkların ellerini kanatmaya yetecek bir soğuk bence..  
Son olarak bir haftalık ders ve okul maceralarımdan söz edeyim... Önce güzel haberler: geçen dönem aldığım 2 dersten birini 10 üzerinden 6 ile geçtim! Diğer dersin sonucu bu dönemin sonunda belli olacak. Bir de dönem başında gittiğim İspanyolca kursunu da ders olarak saydırabileceğim. Yani aslında 2 ders geçmiş gibi oldum! Yine de bu dönem biraz daha fazla ders almam gerekti.. Krediyi nası tamamlarım diye kara kara düşündüm bütün hafta. Şu anda birinci sınıftan üç tane dersim var. :D Mimarlık Tarihi dersinin burada biraz sıkıntılı olduğunu geçen dönem fark etmiştim; fakat yine de Mimarlık Tarihi 1 dersinin daha kolay olacağını, en azından konuları çoktan bildiğimi düşünerek dersi almaya karar verdim. Gittim, dersi dinledim, gayet Mısır tarihi, gayet piramitler falan fişmekan.. Ama hem dinlemeye çalışıp hem not tutmak benim ispanyolca seviyem ile pek de mümkün olmuyor malumunuz... Ders sonunda benimle beraber dersi alan başka bir Erasmus arkadaşımla hoacya gidip kaynak önerisi olup olmadığını sorduk... Bunun çok önemli bir ders olduğunu, bize herhengi bir yardımda bulunamayacağını, kendi dilimzden kaynak araştırıp çalışabileceğimizi söyledi. Buradan kendisine çok sevgilerimi ve saygılarımı gönderiyorum, sıradaki parça ona gelsin diyorum... Bir de "belki yapıya saydırırım" hevesiyle girdiğim bir derste başıma hoş bir şey geldi... Derste, öğrenciler önceden yaptıkları bir projeyi seçip onun üzerinde çalışacaklarmış (üçüncü tekil şahıs kullanıyorum çünkü almamaya karar verdim dersi). Hoca herkese sıradan hangi projeyi seçtiklerini sormaya başladı.. Sonra sıra bana geldi... Buradaki proje dersinde de henüz bir projeye başlamış bile değiliz... Zar zor bir projem olmadığını ifade ettikten ve hoca bana "haftaya kadar düşün" dedikten sonra sıra yanımdakine geçti.. Sonra masamın üzerine yandan bir kağıt geldi. "Merhaba, benim adın Maria. (evet n'yle, adın) I was last year making my erasmus in Eskişehir" diye... O da benzer tecrübeleri yaşamış olduğundan halime acımış olsa gerek, yardım etmeye pek bir hevesi görünüyordu. Eskişehir'de de hocalar İngilizce bilmiyordu, ben de senin gibi ne yapacağımı şaşırmış haldedyim, bir şeye ihtiyacın olursa söyle bana, dedi..
Neyse işte sonuç olarak an itibariyle evde yerleşmiş bir şekilde oturuyorum. Ders seçimi sorununu zar zor da olsa çözdüm, bol bol çizimli mizimli derslerim var.. Ama bütün sorunlar çözülmüş durumda yani o açıdan mutluyum. Havalar da ısınırsa daha da mutlu olacağım.. Zar zor da olsa ikinci dönem maceram başladı sonunda.. E nasip kısmet artık sonrası... 
Haa son olarak unutmadan;

Odam:


 Odamın manzarası


Banyo, banyoyu iki kişi kullanıyoruz:




Salon:




 Mutfak: