Dünyayı Düşüren Çocuk

Dünyasız bırakılan çocuklara ithafen, onların da dileklerinin gerçekleşmesi umuduyla...
Ha bir de bölüm şarkısı buyrun: TIK

Hava çok güzeldi o gün... Çocuk da bu güzel havanın tadını dışarıda oyun oynayarak çıkarmak istemişti. Ceplerine birkaç tane oyuncak doldurup annesinin yanına gitti izin almak için. Çocuğun ceplerinin dolu olduğunu fark edince annesi,  oyuncaklarını düşürmemeye dikkat etmesi için sıkı sıkı tembihledi onu.

Tam ağaçların arasında oyuna dalmıştı ki yine o sesi duydu. Hani o geceleri de duyduğu, sürekli tekrar eden, parktaki salıncağın gıcırtısına benzeyen kuş sesi. O kuşu mutlaka görmeliydi, bu tuhaf sesi çıkaran elbette ki çok ilginç bir kuş olmalıydı! Gözünün önünde, salıncaktaymışçasına sallanan, rengarenk bir kuş canlanıyordu. Evet evet, salıncak kuşu olmalıydı bu mutlaka. Oyununu ve oyuncaklarını unutup etrafına bakınmaya başladı salıncak kuşunu görebilmek için.

İşte ne olduysa o anda oldu. Çalılıkların arasında salıncak kuşunu ararken dünyayı elinden düşürüverdi çocuk! Bir anda uzayın derinliklerine doğru yuvarlandı gitti dünya, çocuk öylece kalakaldı atmosferin içinde. Nasıl dikkat etmemişti onu elinden kaçırmamaya! Annesi oyuncakları konusunda sıkı sıkı tembihlemişken onu, o koskoca dünyayı düşürmüştü elinden... Elini ceplerine attı hemen, ah işte en sevdiği arabası da her şeyle birlikte gitmişti! Kala kala bir tane zıplayan top, birkaç tane de renkli ataş kalmıştı. Bu boşlukta sektirecek yer olmadığından top bir işe yaramazdı elbet; ama belki ataşlardan yeni bir oyuncak yapabilirdi kendine. Ama dünyanın düşüşü o kadar üzmüştü ki çocuğu, canı ataşlarla falan uğraşmak istemiyordu.

Umutsuzca etrafına bakınırken, dünya düştüğü sırada uçmakta olan kuşların ve kelebeklerin de orada atmosferin içinde kaldıklarını fark etti bir anda. Hatta gözlerini kısıp uzaklara bakınca birkaç tane uçak bile görebilmişti! Yalnız değildi işte artık, oyun oynayabileceği başka çocuklar, hatta dünyayı geri yerine getirebilecek yetişkinler de olmalıydı o uçaklarda! Peki, acaba nereye uçuyordu bu uçaklar, nereden kalkmışlardı? Ya içlerindeki çocuklar onun dilini bilmiyorlarsa? Olsun diye düşündü çocuk, ben konuşmadan da öğretebilirim onlara bildiğim oyunları. Ama uçaklar biraz uzaktalardı, bunun için ona yaklaşmalarını ve durmalarını beklemesi gerekecekti. 

Uçakların alçalmasını beklerken çocuk, kuşların peşinden uçmaya karar verdi. Daha önce uçağa binmişti elbet, ama altında seyredecek ve üzerine geri konacak bir dünya olmadan uçmak tuhaf gelmişti çocuğa. Bulutlara yaklaştıkça soğuyordu hava, tam tir tir titremeye başladı ki oldukça tuhaf gözüken bir kuşla karşılaştı. 

“Hey! Kuuş! Merhaba! Adını bilmiyorum, oyun oynamak ister miydin?” Kuş gülümsedi çocuğa. Başının etrafında bir iki tur atıp inceledi onu. “Seninle oynayamam tabii ki. Görmüyor musun, göç ediyorum” dedi. Kafası karışmıştı çocuğun. Nereye göç ediyor olabilirdi ki bu tuhaf kuş? Dünya gittiğinden beri burada her yer havadan ibaret kalmıştı işte. Ama kuşun tuhaf halinden biraz korkmuştu çocuk, nereye gittiğini sormaya da çekindi bu yüzden. Kuş arkasını dönüp uçmaya devam etti, uçarken de çocuğun hep duyduğu o sesi çıkarmaya başladı. Oydu işte, salıncak kuşuydu bu, ama hiç de hayal ettiği gibi de değildi. Tuhaf olmasına tuhaftı; ama rengarenk tüyleri ya da salıncakta sallanmayı severmiş gibi bir hali yoktu. “Hey geri dön! Konuşmamız gerek!” diye bağırdı arkasından. Aldırmadı salıncak kuşu, son hızla uçmaya devam etti. Belki de onu duymamıştı, kim bilir…

Üzülmüştü, ama vazgeçmemişti çocuk. Ardına dönüp başka kuşları kovalamaya başladı. Bu sefer de bir sürünün gerisinde kalmış yaşlı bir kuşu elleriyle yakalamıştı. Çocuğun ellerini hisseden kuş başta korktu biraz, sonra onu gördüğünde ise sakinleşip homurdanmaya başladı; “Ne var, ne istiyorsun?” “Bütün bu kuşların nereye uçtuğunu öğrenmek istiyorum” diye sordu çocuk. Gözlerini devirdi yaşlı kuş; “Biz sıcak bir yere uçuyoruz, ötekilerinin nereye uçtuğunu ben nereden bileyim!” diye cevap verdi. Sonra gözlerini kısıp çocuğa daha dikkatli bir şekilde baktı. “Sen şu dünyayı elinden düşüren çocuk değil misin? Evet osun işte!” dedi kaşlarını çatarak. Utanmıştı çocuk, başını önüne eğdi. “Hadi şimdi başka sorun yoksa bırak beni, çok geride kaldım. Başıma daha fazla bela açmanı istemiyorum” diye devam etti yaşlı, oysa çocuğun kafasında bir sürü soru vardı yaşlı kuşu bekleyen. Uçakların ne zaman ineceğini sordu öncelikle. “İnmeyecekler salak!” diye cevapladı öteki “Nereye insinler, senin yüzünden havada kaldılar işte!” Yaşlı kuşu da kızdırdığını fark edince onu bırakmaya karar verdi çocuk.

Kimsecikler yoktu işte onunla oynayacak. Hiçbir yer yoktu. Hiçbir şey yoktu uzaktaki birkaç uçak, huysuz birkaç kuş, zıplayan; ama zıplayacak yeri olmayan neon yeşili bir plastik top ve birkaç tane ataştan başka. Dünyanın geri dönmesini istiyordu çocuk. Bir yıldız kaysın ve dileğini tutabilsin diye gökyüzüne baktı; ama güneş batmayacaktı ve yıldızları göremeyecekti. Günler de geçmeyecekti elbet ve doğum günü de gelmeyecekti. Zaten gelse de ona pasta yapabilecek ve üzerine mum koyabilecek kimse de yoktu. 

Dizlerini karnına çekip sessizce ağlamaya başladı. “Lütfen dünya geri gelsin” dedi içinden. Tam o sırada, güneşin aydınlığında gizlenen bir yıldız kaymıştı başının üstünden. Çocuk onu görmese de yıldız onun dileğini duymuştu işte. Uykuya daldı yorgun çocuk. Uyandığında ise yine dünyanın üzerinde, ağaçların arasında buldu kendini. Kıyafetleri, saçları, elleri kuş tüyleriyle dolmuştu. Cebindeki yeşil topu çıkarıp sektirmeye başladı, gerçekti işte! Arabaları da burada, yanıbaşındalardı. Koşarak eve gitti hemen.

Telaşla, “Neredeydin?” dedi annesi onu görünce, “Her yerde seni aradım!” Ağlayarak annesine sarıldı çocuk, özür diledi dünyayı düşürdüğü için. Bir daha hiçbir şeyi düşürmeyeceğine söz verdi annesine. 

O günden sonra en sevdiği oyuncağı dünya oldu çocuğun. Kim bilir belki de dünya yetişkinler yaşasın diye değil, çocuklar oynasın diyeydi!

1 yorum:

  1. ya sahiden o sesi çıkaran kuşun adı nedir? bu geceye kadar baykuş zannediyordum.. değilmiş..

    YanıtlaSil