"Nasılsın?" diye soracak olursanız

1.  http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=785457


2. http://www.youtube.com/watch?"v=dUFHjk0i2L4&t=7m30s


3. Programlara ve komutlara karşı bir takım hisler beslemeye başladım. mesela otoketi biraz kaprisli ve gereğinden fazla titiz buluyorum. Object snap ve ortho, çok sevdiğim ama her şeye burnunu sokan insanlar gibi. Çizimime engel olunca önce sinirlenip kapatıyorum sonra lazım olunca vicdan azabı duyuyorum. Sketchup beraber hoş vakit geçirdiğim ama biraz rahat, hoppa bir arkadaşım sanki; dersleri falan boşlamış ama özünde çok iyi. Ayrıca klavyeden F1 tuşunu da söktüm nihayet. Çok büyük rahatlık, tüm arkadaşlarıma tavsiye ediyorum.


4. Bir süre sonra program komutlarını gerçek hayatta uygulamak istemeye başladığımı bilmem söylememe gerek var mı... Özellikle gece geç saate kadar çizim yapıp sabah da erken kalktığımda gerçek hayatla çizim hayatı birbirine giriyor. Mesela uyanırken zorlanıyorum ya, geri uyumamak için Ctrl + S yapmak istiyorum. Bu sabah alarmım için Erase komutunu kullanmak istedim mesela, buraya kadar her şey normaldi fakat tuvalette Push/Pull komutunu arayınca durumdan korkmaya başladım. Neyse ki Move komutuyla mutfağa gidip kahvaltı yaptıktan sonra kendime geldim... Gerçi biraz Scale ettim kendimi sanırım; final zamanları hani dersler olmuyor ya, keşke yediğimiz abur cuburların kalorisi de olmasa o haftalar... 

survivor ispanya

Sevgili gönül dostlarım, öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu yazının konusu güzel geziler, ilginç yerler, nefis yemekler değil... Zira dönüş biletimi de almış bulunduğumdan, an itibariyle İspanya'da geçireceğim yaklaşık olarak bir buçuk ayım kalmış durumda ve ben de bu kısıtlı zamanımda İspanyol kütüphanelerinin tadını çıkarmaya çalışmaktayım. Hatta günlerdir, derslerim bitmiş olmasına rağmen erkenden kalkıp -erken dediğim saat dokuz civarı; ama burası için oldukça erken bir saat, saat 8.30 da kalkıp ekmek almaya gittiğimde fırın kapalı oluyor- kütüphane gidiyor, bütün gün doya doya İspanyol kütüphanesinde ders çalışmanın tadına varıyorum. Üstelik bu muhteşem keyifle de yetinmeyip sevgili Gazi'de edinemeyeceğim bir tecrübeye adım atmış bulunuyorum: Bütünleme! Hani dediniz ya oraların iyice tadını çıkar diye, hah işte ben de onu yapıyorum...
Biraz bu muhteşem bütünlemeye kalma sürecinden bahsetmek istiyorum... Her sıradan mimarlık öğrencisi gibi ben de bütün bir dönem boyunca yana yakıla proje yapmaya çalışmaktaydım. Hatta buradaki dersin sistemi bizimkinden biraz farklı olduğundan bu sıradan proje stresi birkaç katına çıkmış durumdaydı. Ayrıca burada aldığım derslerin en yüksek kredilisi ve de saydırabileceğim nadide derslerden birisi proje olduğu için kendisine yüksek miktarda önem veriyordum gelin görün ki kıtasal eğitim farklılığının önüne geçmek kolay olmuyor... Dönemi oldukça sancılı bir şekilde atlattıktan sonra final günü geldi çattı. Ama kelimenin tam anlamıyla gelip çattı. Proje dersinin günü çarşamba günüydü ve geçen hafta salı günü, proje teslimi öncesi gününü yine bir kütüphanede geçirmek üzere erkenden uyanıp yollara koyuldum. İki hafta kadar öncesindeydi; hala hava sıcaklığı 10 dereceyken ve ben geceleri iki kat çorap artı sıcak su torbası ile uyumaya devam ederken bir sabah uyandığımızda kendimizi Temmuz ayında buluverdik; hatta hava sıcaklığı "Elif'e bile sıcak derece"yi buluyordu. Neyse ki bu güzide salı günü sabahında hava normal güzel cicibici bir bahar havasına dönüşmüştü ve ben sabah dokuzda uyanmayı başarabilmiş halimle sersem sersem dolaştığımdan, plazada bir kahve içip hem kendime gelmeye hem de bu tatlı sabah güneşinin (evet sabah güneşi) tadını çıkarmaya karar verdim. Kahvemin son yudumlarıydı, tam o sırada aynı proje dersini alan diğer iki erasmus öğrencisi arkadaşımı gördüm. Hani doğada her şey bir uyum içerisinde derler ya; çiçekler, böcekler, besin piramidi falan, haaaah işte bendeki salaklıkla şans da o kadar tatlı bir uyum içindeler ki hala hayatta kalmayı başarabiliyorum. Arkadaşlarım bana "Naber naptın, teslim ettin mi?" şeklinde çok güzel bir soru yönelttiklerinde neyse ki açık alanda, yoğun bir güneş ışığı hüzmesi altında yer alıyordum ve sıcak kahveyi de daha yeni alelacele kafaya dikmiştim ki başımdan aşağı dökülen o bir kova dolusu kaynar suyun yakıcılığını olması gereken yoğunlukta hissetmedim. Akabinde kısacık bir "cevabını bildiğin ama sormaya korktuğun soru" sendromunu da atlattıktan sonra, proje tesliminin dersin günü olan çarşamba gününe değil, salı gününe olduğunu öğrendim, yani an itibariyle projeyi teslim etmiş olmam gerekiyordu fakat ne kesit vardı ortada ne görünüş... Hemen kaşlarıma 170 derecelik bir açı vererek okula doğru yöneldim ve gidip hocalara durumu açıkladım. Projelere o gün bakıp notları vermek istediklerini, bu yüzden akşam saat sekize kadar bitirip yollamam gerektiğini söylediler. Ayrıca bunun bir problem olmadığını, projeyi veremezsem ikinci bir proje yapabileceğimi (yani bütünleme) de altını çizerek belirttiler. (Sağolsunlar) Akşam saat sekize kadar o zavallıcık kütüphanenin oturmadığım odası kalmadı. Zaman dar olunca sanki mekan da dar oluyor ya da ne bileyim hatta kıyafetlerim hatta hava falan da dar geliyor sanki üzerime üzerime iğnelerle koşuyorlar, ben de zırt pırt mekan değiştirme gereksinimi duyuyorum. Neyse neticede o on saatlik süreçte minimal düzeyde, elimde ne varsa hepsini bir araya getirip bir şeyler oluşturdum ve yolladım.
Ardından başladı stresli bir bekleyiş.... Ertesi sabah notlar açıklandığında ismimin karşısında kocamaan bir boşluk vardı. Boşluk evet, 10 üzerinden 1 e bile razıydım ama sahip olduğum sıfır bile değil bir "boşluk" tu. Okula gittiğimde hoca, önceki gün benim projeme bakmak için vakitleri olmadığını; fakat bugün bakacaklarını söylediğinde ona içimden ....................... dedim. Neyse yani sonuçta o akşam bana, dönem başından beri kendimi çok geliştirdiğimi; fakat ders için gerekli olan seviyeye gelebilmek adına son bir çaba sarf etmem gerektiğini belirten bir maille ulaştılar. Böylece "bütünleme" tecrübesini de yaşamadım demeyeceğim...