Sıhhi abartıcılık

Hayır, inkar etmiyorum. Söz konusu sağlık sorunları, hastane işleri oldu muydu son damlasına kadar abartmaktan, naz yapmaktan asla utanmam, çekinmem. 


Bundan birkaç ay öncesiydi, mutfakta son hızla temiz çatal bıçakları çekmeceye yerleştiriyordum. Televizyonda son sesiyle Banker Bilo bana eşlik etmekteydi. İşimi bitirip çekmeceyi kapatırken biraz+13, biraz da şiddet ve korku içeren bir hadise vuku buldu ve çekmecedeki bıçaklardan biri sol elimin yüzük parmağına saplandı. Şimdi biraz iğrenç kısmı geliyor, o yüzden tiksinen, huylanan gönül dostlarımı bir sonraki paragrafa uğurluyorum. Söz konusu bıçak incecik ve sipsivri bıçaklardandı ve parmağımın en üstteki en tombiş boğumunun bir tarafından girip öbür tarafından çıkmıştı. Durumu fark ettiğim birkaç saniye sanki slow-motion olarak ilerledi: önce parmağıma bıçak battığını fark ettim, sonra bıçağın bir ucunun parmağımın karşı köşesinden gözüktüğünü; sonra Şener Şen'le göz göze geldim ve tekrar elime baktığımda bıçağı yerinden çıkarmıştım. 

Çok aşırı canım yanmasa bile olay benim için çok korkunçtu ve sanırım çığlık atmam gereken bir durumdu; ama kilitlenmiştim. Tekrar Şener Şen'le göz göze geldik ve ne yapacağımı şaşırmış bir halde ona 'AAA!?' dedim. Hayır beni duymuyordu; o da, salonda oturmakta olan annem ve babam da. 

Baktım bağırma işini beceremiyorum, bari içeri gideyim dedim. Yüzümde tiksinmişle acıların çocuğu karışımı bir ifade ile salona gittim ve yine bu ifadeyle annemle babamın yüzüne bir süre baktıktan sonra "Iığ, pırmığımı kistiiğm" diyebildim. Telaş yapmaya başlamadan önce durumun ciddiyetini tartmak isteyen annem yakın gözlüğünün üzerinden bakıp beni süzdü ve "Şaka mı yapıyorsun Elif?" diye sordu. "Hıyıığğr" deyip aslında tiksindiğim için arkama sakladığım parmağımı gösterdim ve o sırada parmağımdan şıpır şıpır kanlar aktığını fark ettim.

Olayın ciddiyetini, damlayan kanları görmemle kavramıştım ve içimdeki 'sıhhi abartıcı' uyanmıştı. Tabii ki hemen tansiyonum düştü (durur mu hiç kerata) ve kendimi koltuğun üzerine bıraktım. Annem, babam, ablam; hepsi telaşla evin içinde dolanmaya; pamuk, tendürdiyot, kolonya, vs. aramaya koyuldular; benim içinse dünya tekrar slow-motion dönmeye başlamıştı: "Teeeenntüürdiiiyyootuu geeetiiiiiir iirr iir ir" "Bulaaamıyoruum neeerdeee eee ee" gibi şeyler duyuyordum.

Ama tabii ki öyle tentürdiyotla falan geçiştiremezdik, tanrım! Parmağım kesilmiştii! Ve acile gitmeliydiiik!! 

Gittik de. Neyse ki özel hastaneye gitmiştik; benden başka sadece ateşlenmiş bir çocuk vardı ve daha kötü vakalar olmadığından içimdeki 'sıhhi abartıcı'yı rahatça serbest bırakabilirdim. Zira hastanedekilere parmağımı kestiğimi söylediğimizde ilk söyledikleri şey tetanos aşısı olmam gerektiği olduğundan, hastaneye gelmek için zar zor kendine getirdiğimiz tansiyonum, tekrar küçük rakamlara doğru bir dalış gerçekleştirmişti. Bir önceki aşı oluşunda bayılıp da bir saat ayağa kalkamayan biri olarak böyle bir durumu kaçıramazdım; hemen bir sedye bulup uzandım.

Sedyede öyle bir uzanışım ve yüzümde öyle bir ifade vardı ki sanki parmağım kesilmemiş de kolum falan kopmuş gibiydim. Sonra doktor geldi. 'Elim kaza'yı ona da anlattık. Fakat inanmadı... Ben sedyenin üzerinde zavallı parmağımın akıbetini, müzik kariyerimin sona erip ermeyeceğini falan düşünürken doktor sanki doktor değil dedektifmişçesine gizemli olayı çözmeye çalışıyordu: "Emin misin bıçağın buradan girip buradan çıktığına?" "Eveeğğt.. Eminimm..." "Girip çıkıp sonra bi' de buradan girmiş olmasın?" "N'ayıırr..." 

Sonuç olarak, inandıramadık efendim. Ondan mıdır, benim abartılı acıklı halimden midir bilmiyorum ama doktorun sanki "Emeenn, dokuz tane daha barnağı var nasılsa" demek ister gibi bir ifadesi vardı. Neyse ki hemşireler san'at hayatımın, müzik kariyerimin mihenk taşı olan kıymetli parmağımın önemini fark edip daha nazik davrandılar. Aşımı olduktan, röntgen çektirip bıçağın kemiğe değmediğini öğrendikten ve cânım parmağımı sardırttıktan sonra eve döndük.

Parmağım şimdi iyi. Selamı var. Yara izleri hala duruyor. Bense hala çatal bıçak çekmecelerinden biraz korkuyorum. 

Benim sıhhi abartıcılığım bir kenara, bir de işin çevredeki insanlar tarafından algılanan boyutu var tabii: ikincil sıhhi abartıcılık. Mesela benim aşı olurken fenalaştığımı gören annemin de bunun üzerine fenalaşması gibi. Ama yok hayır; daha da güzel bir hikayem var...

Geçenlerde iki haftalığına Almanya'ya Beril'i ziyarete gittim. Beril Bonn'da yaşıyor; ama uçak bileti daha ucuz olduğu için gidişim Frankfurt'aydı, hem böylece bir gece orada kalıp Frankfurt'u da gezebilecektik. İlk gün her şey yolundaydı; önce otele yerleştik, sonra çıkıp biraz dolaştık. Hava karardığında da gündüz gözüyle görülecek yerleri ertesi güne bırakıp otele döndük. 

İkinci gün otelden çıkışımızı yaptıktan sonra valizi tren garında kilitli dolaba bıraktık ve akşamki otobüs saatimize kadar gezmeye koyulduk. Kahvaltı, nehir kenarında yürüyüş, güneşli ama çok sıcak olmayan hava; her şey çok tatlı gidiyordu -ta ki yaklaşmakta olan adet sancısının sinsi, kötü adam kahkahasını karnımda duyana kadar-. Düşmanımın varlığını hisseder hissetmez Majezik kılıcımı kınından çıkartıp ona doğru fırlattım. Telaşa lüzum yoktu, bu sadık silah görevini elbet yerine getirecekti. Tek ihtiyacım olan küçük bir tatlı molası vermek ve ilacın etkisini göstermesini beklemekti.

Oturmak üzere bir uzak doğu pastanesine girdik. Her yerde, pastaların içinde bile bitki çayları vardı ve içerideki geniş koltuklar da buraya biraz ev havası katmıştı. Dinlenmek için yeterince iyi bir yerdi aslında; ama içinizde birileri kılıç kalkan oynamaya başladıysa bulunduğunuz yerin rahatlığı bunu maalesef pek de önleyemiyor. Zira güvendiğim dağlara kar yağmış, ilaç etkisini göstermemişti ve ben kıvranmaya, asyalı dostlarımız da bana tuhaf bakışlar fırlatmaya başlamıştı.

Açıkçası o an içten içe pastane çalışanlarının uzak doğu bilgelikleriyle olaya müdahale edebileceklerini umuyordum. O kadar çayın içinde illa ki ağrı kesici etkisi olan bir tanesi olmalıydı; ama hayır pek yardım etmeye hevesli durmuyorlardı. Bense iyileşeceğim yerde daha da kötü kıvranmaya başlamıştım ve bir süre sonra Beril olaya müdahale etme gereksinimi duydu. Gidip pastacı kızlara sıcak su torbası gibi bir şeyleri olup olmadığını sordu, onlarsa "madem bu kadar kötü, neden burada o zaman" şeklinde kovarcasına bir soru cümlesiyle cevap vermişler. Eh, tarih tekerrürden ibarettir; bize de küçük çaplı bir kavimler göçü gerçekleştirmek düşüyordu. 

Otelden çıkışımızı yapmış olduğumuzdan gidecek yerimiz de yoktu ne yazık ki. Bir sonraki durağımız ağaçları ve bankları olan, etrafında birkaç kafe olan bir meydan oldu. Meydandaki banklardan birine oturduk ve kıvranmaya orada devam ettim. Beni eczaneye kadar yürümeye ikna edemeyen Beril ise işe yarayacak bir şeyler bulabilmek için kendisi yola koyuldu. İlk gidişinde yapıştırılan ısı bantlarından aldı; fakat zımbırtıyı çalıştırmayı beceremediğimizden, daha ziyade ben onu ısıtmış oldum. 

Sonra bir iki kez daha ilaç sormak için eczane seferine çıktı. Bu sırada ben de yavaş yavaş kendime geliyordum. Beril son kez ilaç aramaya gittiğinde kısa bir süreliğine de olsa ağrım dinmişti ve tam o sırada gökyüzünde de güneş bulutların arasından başını uzatıp hafifçe sırtımı ısıtmaya başlamıştı. Bir an için bankın üzerinde, ellerim dizlerimin üstünde, avuç içlerim yukarı doğru açık halde uyuyakaldım. 

Yo hayır, kimse dilenci sanıp para vermedi. Sadece o gün giydiğim, normalde de hep ellerimi boyayan pantolon; acıdan kıvrandığım için ellerimi masmavi yapmıştı ve beni mor ellerle, bankın üzeride gözlerim kapalı, pelte gibi otururken bulan Beril, öldüm sanmış. 

"Eliieef?!" diyen bir çığlıkla tatlı uykumdan uyanıp yerimden sıçradım. "Eliiif Eliif iyi misiin?!" "Mmm ayy sızmışım oyh... İyiyim iyiyim valla daha iyiyim..."

Neyse sonuç olarak ilaç bulamadık, ağrı kesici iğne falan da yapmıyorlarmış. Ama iki-üç saat kıvrandırttıktan sonra sanıyorum ağrı da artık yorulmuştu ve pes etti. Böylece birazcık daha Frankfurt'ta vakit geçirdikten sonra akşam sağ salim otobüse binim Bonn'a gidebildik. 

İşte bu güzel hikaye, yılın 'İkincil Sıhhi Abartıcılık' ödülünü Beril'in hak ettiğini gösteriyor kanımca. Hadi bakalım..