Anti Gezi Rehberi - Kabak Koyu Şelalesine Nasıl Gidilmez?

Kıskançlık, entrika, gözyaşı ve ihtiras dolu bir yolculuk öyküsü...

Efendim merhabalar. Bugün sizlere doğanın huzurlu kollarında, yeşille mavinin buluştuğu manzaralar sunan, kuş sesleriyle bezenmiş Likya yolunda yaptığımız harika bir gezintiden anılar sunmayı çok isterdim... Ama onun yerine 45 dakikalık yürüme mesafesindeki bir şelaleyi bulamayan 10 adet tahsil görmüş gencin ibretlik hikayesini anlatacağım.

Malumunuz, hafta sonunun 19 Mayıs tatiliyle birleşmesi vesilesiyle bir çok insan şehrin keşmekeşinden uzaklaşmak, veya biraz da başka şehirlerin keşmekeşine kapılmak için yollara düştü. Ben de yoga ekibiyle birlikte Kabak'ta yoga kampında huzura ermeye çalışmaktaydım, ve tam hep birlikte huzura eriyorduuk kiii, olaylar gelişti...

Kampın ikinci gününde programımızda Kabak Şelalesi'ne yürüyüş vardı. Şelaleye ulaşan iki farklı yol varmış; biri meşhur Likya yolu üzerinden, patikalardan, bir saat uzaklıkta bir yol; ikincisi ise biraz daha kestirme ama daha atraksiyonlu, tırmanmalı bir yol. Hep beraber yola çıkıp yol ayrımında ikiye ayrıldık ve adrenalin sevmeyen on kişilik ihtiyarlar ekibi olarak Likya yolundan huzurla yürümeye başladık. Ama bu huzur fazla uzun sürmeyecekti ve hiç de azımsanmayacak atraksiyonlar da bizi beklemekteydi.

Kabak'a geldiğimiz ilk gün, kalacağımız yere giderken de Likya yolunun küçük minik bir kısmından geçmiş ve nasıl yürüneceğini öğrenmiştik. Yollar zaten patikalaştığından az buçuk anlaşılıyordu ve belli aralıklarla dağa taşa kırmızı-beyaz çizgiler işaretlenmişti. Bu çizgileri takip etmek; yol ayrımlarında ise çarpı olan yöne girmemek yeterliydi. Şelale yolu yürüyüşüne de bu kırmızı-beyaz çizgileri takip ederek ilerlememizin yeterli olacağı söylenmişti. Biz on kişi - peşimize takılan köpekcik Sufi de dahil 11 kişi - bu uzun yoldan rahat rahat yürümeyi ve harika doğanın, manzaraların tadını çıkarmayı tercih ederek ne kadar harika bir karar aldığımızı birbirimize anlatıp kestirme yoldan gitmeyi tercih eden gruba bok atmak suretiyle yürümeye başladık. Fakat itiraf edeyim, bir yandan da yolumuz daha uzun süreceği için şelalede daha az vakit geçirecek olmanın kıskançlığı bizi ele geçirmişti ve bu yüzden acele ediyor; manzaranın, doğanın tadını varsaydığımız kadar çıkaramıyorduk. Hatta diğer gruptan ayrılalı henüz 15-20 dakika geçmişti ki hepimiz Sufi gibi dilimiz dışarıda, soluk soluğa gezmeye başlamıştık. Bir süre sonra grubun bir kısmı önden hızla şelaleyi ararken bir kısmı boş verip yavaş yürümeye ve geride kalmaya başlamıştı. Ortada kalanlarsa bu mesafeler açıldığı zaman küçük tatlı seferberlikler ilan edip öndekileri durduruyordu ve geride kalanlar yetişene kadar kısa molalar veriyorduk.

Neyse efendim, yola çıkalı yaklaşık 40 dakika olmuştu ki bir yol ayrımı ile karşılaştık. Elimizdeki veriler ise bir adet tuhafça konumlandırılmış tabela, iki adet turist ve bir adet 'kırmızı çizgileri takip edin' bilgisi idi. Tabelada Kabak yönü, Likya yolu yönü ve Şelale yönü gösterilmişti.
Sonra bu noktada tam olarak ne olduğunu hiç birimiz algılayabilmiş değiliz. Turistler, aşağıya doğru devam eden yoldan geldiklerini ve orada şelale görmediklerini söylediler. Tabelada ise şelale yönü olarak aşağısı gösteriliyordu ve "Waterfall 400 steps" notu eklenmişti. Kırmızı çizgiler ise yukarıya doğru devam ediyordu. Sanıyorum eldeki üç veriden ikisi yukarıya devam etmemizi söylediğinden ve de sıcaktan beynimiz tabelayı doğru yorumlayabilecek düşünme yeteneğini yitirdiğinden, yukarıya doğru ilerlemeyi seçtik; ki zaten 400 adım sonra şelaleye varacak olamazdık, çünkü en az 20 dakika daha yürüyecek olmamız gerekiyordu...

Hikayenin bundan sonraki kısımlarında sıcak, susuzluk (çünkü bir su kaynağına gittiğmiz için yanımıza az su almıştık) ve stres (çünkü diğerleri şelalede keyif sürerken biz hala yürüyorduk) birleşmiş ve beyinlerden ufak ufak dumanlar çıkmaya başlamıştı. Zaman ilerledikçe grubun önünden ilerleyenler daha hızlı, arkadan yürüyenlerse daha yavaş yürümeye; ortam da birazcık gerilmeye başlamıştı. Yürümeye devam ediyorduk; ama şelale falan gördüğümüz yoktu... Hava serinledikçe, veya bir hışırtı, fışırtı ya da şırıltı duydukça 'aa bak yaklaştık', 'mm şelale sesi bu taraftan geliyor' gibi cümlelerle birbirimizi motive edip yürümeye devam ettik. Bir süre sonra bu hışırtılar çölde görülen seraplar gibi bir etki etmeye başladı ve on adet Mecnun gibi şelalemizi aramaya devam ettik.

Yol ilerleyip yükseldikçe manzaralar daha da güzelleşti; ama daha yüksek ve kayalık yerlere çıktıkça daha tehlikeli yerlerden geçmemiz gerekiyordu. Rakım arttıkça atplerimiz ve su stoklarımız tükeniyor, 'aşağı bakmadan geeeç', 'yan yan yürüyüün', 'oturarak ineliim', 'taşlara tutunarak geçiiğğn' gibi cümlelerse artıyordu. Tehlikesiz yoldan yürümek isteyen yaşlı ruhlu insanlar olarak minik kalp krizcikleri geçirip, 'üf demek ki diğer yol nasıl kim bilir' motivasyonuyla zar zor devam ettik yola. Artık yola çıkalı bir buçuk saat olmuştu, ve duyduğumuz hışırtıların yürüdüğümüz yönün aksinden geldiğinden şüphelenmeye başlamıştık ama yine de tam önümüzdeki tepeyi döndükten sonra şelaleyi göreceğimizi umuyorduk... Sonra tam önümüzdeki tepenin dönüş noktasına ulaştık ve hala şelale falan yoktu. Sadece dönüş noktasında boş bir kamp alanı ve harika bir manzara vardı. Yanlış geldiğimizi anlamıştık, ama bu kadar yol kat ettikten sonra geri dönmeye de içimiz elvermiyordu. Ne mi yaptık? Tabiyki devam eden kırmızı çizgileri bulup yürümeye devam ettik... -_-

Bir sonraki tepeyi döndüğümüzde neyse ki burada dolu bir kamp alanı bulduk ve kamp yapan insanlardan gittiğimiz yönde şelale değil Cennet Koyu olduğunu öğrendik. Ve beklenen ÇLİNG sesi nihayet duyuldu; yol ayrımında yanlış karar aldığımızı sonunda kabullenmiştik. İşin kötü tarafı, normalde geçmemiz gerekmeyen atraksiyonlu yollardan boşu boşuna geçmiştik ve ikinci kez geçmemiz gerekecekti. Başka bir seçeneğimiz olmadığı için tıpış tıpış geri yürümeye başladık. Dönerken kimlere rastlasak beğenirsiniz peki? Yol ayrımında karşılaştığımız iki turist... Şelalenin gittiğimiz yönde olmadığını söylediğimizde 'ne güzel doğa yürüyüşü yaptınız ama bakın çok sağlıklı, hem bizimle tekrar karşılaştınız eki eki' cevabını aldık. Anlayacağınız, resmen dış mihrakların oyununa gelmiştik...

Dönüş yolu, neyle karşılaşacağımızı ya da neyle karşılaşmayacağımızı (mesela şelale) bildiğimiz için daha çabuk geçiyordu. Bu arada eklemeyi unuttuğum bir nokta var, çoğumuzun telefonu da tabii ki çekmiyordu. Diğer gruptan habersiz, yola çıkalı artık iki mi iki buçuk saat mi olmuş bilmiyoruz ve bilmek de istemiyoruz, ilerlemeye devam ediyorduk. Malum yol ayrımına biraz yaklaşınca, diğer grubun bize seslendiğini duyduk, uzaktan birbirimize bağırarak ilerlemeye devam ettik. Ama hayır macera burada sona ermemişti. Çünkü dediğim gibi artık beyinler olmuştu kelle paça, ve geçtiğimiz yolları doğru hatırlayıp hatırlamadığımızdan şüphe etmeye başlamıştık. Bu bulanıklıkta giderken önce sağımızda, gelirken görmediğimiz virane bir çeşme gördük; ama belki düşmemek için yere bakarak yürüdüğümüzden görmemişizdir diye kırmızı işaretlere güvenerek yürümeye devam ettik. Biraz ileride devrilmiş bir ağacın üzerinden geçtik; bundan da şüphelenenlerimiz oldu; ama bir sürü devrilmiş ağacın üzerinden geçtiğimiz için orası da biraz kelle paçaydı. Ağacı geçtikten sonra, eeh yeter ulan diye Sufi ile en önden yürümeye başlamıştım, kırmızı beyaz çizgileri takip ederek ilerliyorduk ki çıktığımız tepenin üzerindeki düzlükte, böyle başlayan bir korku filmi senaryosunun olmazsa olmaz öğesi, zavallı gençlerin başına gelecek mistik felaketlerin işaretçisi olan o öğe çıktı: tek bir mezar. 

Durup arkadakilere bir baktım, şişman ve gözlüklü kimse var mı diye, neyse ki hepsi kara kuru insanlardı. Durun dedim, kaybolduk galiba. Mezarın başında toplanıp gidiş yolunda mezar görsek hatırlar mıyız, hatırlamaz mıyız; acaba beyinlerin yüzde kaçı buharlaştı konulu küçük bir münazara düzenledik. Hala şüphe edenlerimiz olsa da bu kadar çok işareti görmezden gelemezdik ve geri dönüp başka bir yol aramaya karar verdik. Neyse ki yanlış girdiğimiz bu ikinci yol ayrımından sonra çok yürümemiştik de hemencecik geldiğimiz yolu bulduk. Beş on dakika sonra da zaten malum yol ayrımına ulaştık ve tabii ki grubun diğer yarısı şelalede yüzüp keyif yapmış, bizimle alay etmek üzere orada bekliyordu. Tabelanın aslında o kadar da karışık olmadığını o zaman fark ettiğimizi üzülerek belirtmeliyim, hatta bir ara gördüğümüz tabelanın o olup olmadığından bile şüphe ettik. Esefle kınanma ve hunharca alay edilme seansını orada tamamlayıp, şelaleden dönenlerden iki kişiyi yanımıza aldık ve bu sefer doğru yolda devam ettik.

Sonunda şelaleyi bulduk evet. Ne yalan söyleyim; o kadar yoldan sonra daha güzel ve büyük bir şelaleyi hak ettiğimizi düşünüyorum. Hatta tepedeki manzara ve yolun kendisi, o yolu tepmeye ve bütün bu badireleri atlatmaya daha çok değdi sanıyorum. Ama yine de şelaleye varınca, en azından 3-4 saatlik bu maceranın gizli kahramanları olan ayaklarımızı soğuk suda rahatlatma şansımız olmuştu ve o kadar çabalayıp da meşhuur şelaleyi görmeden dönmemiş olduk. Alev alan beyinleri soğuk suyla söndürdükten sonra, Kabak'a dönüş yolunda da bi güzel dalga geçtik kendimizle. Yürümekten bacaklarım titremeye başladığından birkaç kere de düştüm, onla da bir güzel dalga geçtik. Salaklık malaklık tabelayı okuyamamak tabii de, yine de eğlendik sanki, hem bakın bayadır yazmıyordum, iyi oldu de mi? (Yazar burada kendini avutuyor.)