Fotokopici

2010 yılında, yanlış hatırlamıyorsam Tiyagamm çalışması için yazdığım ve az önce tesadüfen bulduğum bir hikaye... Hadi afiyet olsun... 

Bora, gençliğinin baharında, henüz beş yaşında, şekeri çikolatayı seven, öğretmeni bazen kendisine kızıyor diye anaokuluna gitmeyi pek de sevmeyen, boş vakitlerinde sitedeki arkadaşlarıyla dışarı çıkıp oynayan, annesine aşık, babasına hayran, bir evin bir tek çocuğu idi. Babası sabahları arabasıyla işe giderken Bora’yı da okuluna bırakıyordu. Zaten oyun saatleri ve babasıyla yaptığı araba yolculukları da olmasa okula gitmek için pek iyi bir sebebi kalmayacaktı.

Bir sabah yine arabanın camından keyifle dışarıyı seyredip araba sayma oyununu oynarken, babası pek alışılmadık bir yere park edip “fotokopiciye” gitmeleri gerektiğini söyledi. Fotokopicinin de “Kuru temizlemeci”, “kitapçı”, “balıkçı” gibi her zaman uğradıkları sıkıcı yerlerden biri olduğunu tahmin etti ve araba sayma oyununun bozulmasına canı sıkılarak arabadan indi. Babasının elini tutup yürüdü ve beraber fotokopiciye girdiler. İşte tam da tahmin ettiği gibi bir yere gelmişlerdi yine; balıkçıdaki ölü balıklardan daha korkunç gözüken kocaman, gürültülü makineler vardı burada, havadaysa kitapçıdakine benzer ama çok daha yoğun bir koku… Burayı fazla ürkütücü bulup babasının arkasına gizlendi ve olan biteni buradan seyretmeye başladı.

Babası, korkunç makinelerin arkasındaki, Bora’nın fotokopici olduğunu tahmin ettiği adama elindeki kağıdı uzattı. Üzerinde kocaman dikdörtgenler ve bu dikdörtgenlerin içinde minicik yazılar olan bir kağıttı bu. Neyse ki üzerinde Bora’nın bakabileceği ya da boyayabileceği resimler yoktu, yoksa fotokopici adam kağıdı o korkunç makinenin içine koyup ezdiğinde gerçekten resim için endişelenebilirdi. Fotokopici kağıdı kocaman kapağın altında ezdikten sonra birkaç düğmeye bastı ve kapağın kenarlarından beyaz ışıklar süzülmeye, çirkin makineden garip iniltiler, uğultular çıkmaya başladı. Gerçekten burası, babasıyla geldikleri yerlerin en korkuncu olmalıydı! Garip makinenin kendisine zarar vermesi korkusuyla iyice babasının ardına sığındı. Sonra makinenin başka bir tarafında kağıtlar belirmeye başladığını gördü. Bir tür gelişmiş sihirli küre, cadı kazanı ya da sihirbaz şapkası olmalıydı bu makine. Fotokopici adam da büyücü…Fotokopici adam önce ezdiği kağıdı yerinden aldı, sonra yeni yaptığı sihirli kağıtları yerinden alıp Bora’nın babasına uzattı. Babası makinenin üzerinden uzanıp kağıtları alırken Bora daha da bir korktu babası için.

Sonra nihayet çıkabildiler bu ürkütücü yerden. Tekrar arabaya bindiklerinde çoktan araba sayma oyununda kaçta kaldığını unutmuştu Bora ve babasına soracağı soruların sayısı da arabalarının sayısını geçmişti muhtemelen. İçerdeki adamın kim olduğunu, babasının kağıdını neden ezdiğini, sihirli kağıtları nasıl yaptığını ve babasının neden o kağıtları aldığını bir anda soruverdi. Babası, fotokopicinin bir kağıdın aynısından bir sürü yapabildiğini, bunun için de kağıdını makinenin içine koyması gerektiğini söyledi. Adamdan aldığı kağıtların da sihirli değil, sadece çoğalmış kağıtlar olduklarını söyleyip bunları Bora’ya gösterdi. Gerçekten de bu kağıtların üzerinde de kocaman dikdörtgenler ve minik minik yazılar vardı! Tamı tamına dört tane dikdörtgenli ve yazılı kağıdı olmuştu babasının! Ne yazık ki Bora kafasındaki soruların hepsini soramadan okuluna vardılar ve akşam bu konuyu tekrar konuşmak üzere anlaşıp ayrıldılar.

Bora şaşkınlık içinde gitti arkadaşlarının yanına. Demek o korkunç makine, kapağının altına ne konursa aynısından bir sürü yapabiliyordu ha! Kaç tane yapabilirdi acaba tek bir şeyden? Bütün o masallarda duyduğu, çizgi filmlerde izlediği büyülerden, sihirlerden çok daha etkileyiciydi bu! Kendisi fotokopici olsaydı neler neler yapardı o makineyle… Sevdiği bütün oyuncaklarını çoğaltırdı bir kere, sonra annesinin güç bela yemesine izin verdiği şeker ve çikolataları da çoğaltır, yatağının altına saklar, istediğinde çıkarır gizlice yerdi. Hatta o makine o kadar korkunç olmasa ve içinde neler döndüğünü bilse, kendini de çoğaltırdı, böylece yanında her zaman konuşacak, oyun oynayacak birisi bulunurdu. Hatta büyüdüğü zaman paralarını çoğaltıp çok zengin bile olabilirdi. Vay canına, evet Bora tüm bunları düşündükçe ve hayallerinin listesi uzadıkça kararı kesinleşiyordu: makineler ne kadar korkunç olursa olsun, buna alışmalı ve fotokopici olmalıydı!

O gün bütün günü dalgınlıkla geçti Bora’nın. Arada bir arkadaşlarıyla oynarken büyüyünce nasıl fotokopici olacağından ve her şeyden bir, iki, üç hatta dört tane bile yapabileceğinden bahsedip durdu. Artık bir an önce akşam olmalı ve bu fikrini babasına da anlatmalıydı! Sahi, onun babası neden fotokopici olmamıştı ki sanki? O zaman o da kendini çoğaltabilir ve bir tanesi işe giderken diğeri bütün gününü Bora’yla geçirebilirdi. Evet bunu da kesin sormalıydı babasına.

Sonunda akşam olup babası Bora’yı okuldan almaya geldiğinde, heyecanı kat kat artmıştı Bora’nın. Koşarak gitti arabaya ve hemen babasına büyüyünce fotokopici olmaya karar verdiğini söyledi. Sonra babasının tek bir kelime bile söylemesine izin vermeden bütün gün kurduğu hayalleri anlattı babasına. Babasına neden fotokopici olmadığını sorarak konuşmasını bitirdi. Babasıysa şaşkınlık dolu bir gülümsemeyle oğlunu dinliyordu. Sonra ona fotokopicinin her şeyi çoğaltamadığını, sadece kağıtları ve en fazla kitapları çoğaltabileceğini açıkladı. Bora’nınsa şaşkınlık içinde babasını dinlerken hayal kırıklığı çoktan göz pınarlarında birikmeye başlamıştı bile. Bütün o kocaman makinler, o yoğun koku, o ürkütücü gürültü… Tüm bu tantana sadece kağıtları çoğaltabilmek için miydi yani?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder